6 Kasım 2010 Cumartesi

O ADAM BENİM BABAMDI PAŞA!..

29 yıl önce bugündü!.
Sen hatırlamazsın paşa!..
Hatırlayamazsın, haşa!..
Çünkü o gün canı yanan sen değildin!.
Senin sol tarafına felç inmedi çünkü o gün.
Sana yazdığım mektupları ve makamına postaladığım dilekçeleri görmemiş yada görüp de önemsememiş olabilirsin paşa.
Ne olmuş yani, güvenlik güçleri silahlı sağ eylemci bir zanlıyı ararken bazı yanlış anlamalar ya da ufak tefek kanunsuzluklar olmuştur diyerek geçiştirebilirsin!..
“Asmayalım da besleyelim mi” diyen bir insandan herşey beklenir çünkü.
Ama paşa, şunu bil ki, senin hatırlamadığın, hatırlayamadığın yada önemsemeyip geçiştirdiğin bu ve benzeri yüzlerce olayı ben asla unutmadım, unutamadım, unutmayacağım.
Benim gibi, on yıllarını zindanlarda çürüttüğün, işkencelerle sakat bıraktırdığın sağcı ya da solcu arkadaşlarım da unutamadı, unutamadı, unutmayacak!.
Anaları, babaları, eşleri, çocukları, kardeşleri, bacıları, sözlüleri, nişanlıları, yavukluları, mahalle arkadaşları; hiç biri unutmadılar yaptıklarınızı!..
Unutamadılar sevdiklerinin yaşadıkları işkenceleri, zindanları, fişlenmeleri, işsiz bırakılmaları, sürgünleri, çatışmaları, arkadan vurulmaları!..
Ve asla unutmayacaklar kendilerine bu acıları yaşatanları, darbecileri ve darbezade kullarını unutmayacaklar!.
Herkes unutsa bile Paşa, ben unutmayacağım; yazacağım, anlatacağım, ama asla unutturmayacağım
***
29 yıl önce bir gündü!.
Sen hatırlamazsın paşa!..
Asla hatırlayamazsın!..
Çünkü o gün senin canın yanmadı; senin sol tarafına felç inmedi o gün.
Bu gün, o meş’um vakanın 29’uncu seni-i devriyesi vesilesiyle bir kez daha ciğerim yana yana hatırladığım o günü ve o gün yaşananları bir kez daha hatırlatmak istiyorum balık hafızalı halkıma!..
29 yıl önce bir gündü paşa!..
Tarih 17 Eylül 1980 ve günlerden de Çarşambaydı...
Sabahın ilk ışıkları henüz ufukta belirmemiş; henüz müezzin efendiler camilerinin yolunu tutmamış; horozlar daha ötmemişken ve koca şehir derin uykusunda mışıl mışıl uyurken; adamların sokaklara düşmüşlerdi o gün.
Adamların dediğim 12’si sivil, 25 kadar da rütbeli-rütbesiz askerlerden oluşan tepeden tırnağa silahlı bir takım yani.
Ülkemin Başkentinden kilometrelerce uzakta...
Peygamberler Şehri Urfa’da,
Vali Fuad Caddesi, Fırfırlı Sokak’ta bulunan 6 numaralı evi kuşatmaya gidiyorlardı.
Ellerine bir kağıt vardı. Kağıtta İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki (1978/.....) numaralı davanın sanığı falan gazetenin yazarı ve yazıişleri müdürü filanın duruşmalara gelmediği belirtilerek tutuklanmasına ve gereğinin yapılması için karar suretinin ilgili C. Savcılığı’na gönderilmesine karar verildiği yazıyordu.
Ev sessizce kuşatıldı o gün paşa!..Eli silahlı askerler komşu evlerin damlarına mevzilendi; sivil polisler sokağı kontrol altına aldılar. Çam yarması gibi iri-yarı bir sivil memur kapıyı yumrukladı.
Kuşattıkları evde topu topu iki kişi yaşıyordu Paşa!..
Emine Bacı, benim rahmetli anam yani, 60 yaşındaydı ve şeker hastasıydı.
Aziz Emmi, yani benim rahmetli babam, 5 yaş kadar büyüktü hanımından, kulakları ağır duyardı.
Gürültüyü ilk Anam duydu.
Üstünü başını düzeltip, “geldim!..geldim!..” diyerek gözetleme penceresine koştu; kafasını uzatıp meraklı gözlerle kapıyı yumruklayan adamı tanımaya çalıştı.Tanıyamayanca da:
“- Kim o?” diye seslendi.
“Aç polis” cevabını alınca, ağzı kurudu o anda, eli ayağına dolaştı kadıncağızın.
Babam da uyandı seslere, ceketini omuzuna atıp hanımının yanına geldi.
Anam bir şey sormasına fırsat vermeden; kapıdakilerin polis olduğunu ve kapıyı açmasını söyledi eşinin kulağına bağırarak.
Yaşlı adam kapıya inen merdivenlere yöneldi telaşla.
Ama daha iki basamak inmemişken kapı güm diyerek açıldı arkasına kadar.
Çam yarması sivil polis önde, arkasında beş-altı memur daha ve hepsinin parmakları tetikte basamakları üçer-dörder tırmanarak üç-beş saniye içinde yazlığa ulaştılar.
Sonra tıpkı yerli filimlerdeki gibi;
“- Ellerini kaldır!.. Kaldır kaldır!.” Sen de hanım, sen de kaldır ellerini!..” diyerek iki yaşlı insanı etkisiz hale getirdikten sonra evi aramaya koyuldu bir kaçı.
Bir kaçı etkisiz hale getirdikleri iki yaşlı insandan gözlerini ayırmadan amirlerinin ayaküstü sorgulamasını izlediler. Çam yarması amir:
“- Bak baba, bize zorluk çıkarma!.. Biz oğlunu arıyoruz!.. Bu adrese kayıtlı.. Neredeyse söyle, boşuna evi dağıtmayalım” diyerek sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı.
Babam, oğlunun 1971’den beri İstanbul’da yaşadığını anlattı dilinin döndüğü kadarıyla, ama bir türlü anlamadı karşısındaki. Sonunda:
“Napmış oğlum, niye arıyorsunuz?” diye sordu!..
Olan da bundan sonra oldu paşa!
“Cinayetten” dedi Çam yarması. “ Anarşik olaylarda yani..vurmuş birini” diye bir de açıklama getirince, Babam olduğu yere yığılıp kaldı.
***
O Adam benim Babam’dı paşa!..
Değil adam öldürdüğüme, topal bir karıncayı ezdiğime tanık olsa, duysa ve inansa öz oğlunu kendi elleriyle yargıya teslim ederdi.
Benim babam, adam gibi adamdı!..
Sana ve sağında solunda oturttuklarına benzemezdi.
Benim babam adamdı paşa, adam, adam!..
O gün sapasağlam yığıldığı yerden sol tarafı felçli olarak kaldırıldı.
O yüzden aylarca sokağa çıkamadı.
Üzülmeyeyim diye başına gelenleri yazmadı bana.
Telefonlarıma çıkmadı, çıktığında da tek kelime anlatmadı o güne dair.
Camie gidemedi, namazını kılmakta zorlandı.
Yine de sana, o Çam yarması memura ve diğer yolarkadaşlarına bir kez olsun beddua etmedi Babam.
Babam sana ve senin gibilere benzemezdi paşa!..
Adamdı, adam!..

Şimdi söyler misin bana paşa?
Söyler misin seni nasıl affedeyim?
Hastalandığında iyileşmen için nasıl dua edeyim?
Musalla taşına konulduğunda, nasıl “iyi bilirim” deyip hakkımı nasıl helal edeyim?
Arif Nihat Asya hocamın mısralarıyla söylemem gerekirse, son sözüm şudur paşa:
“Kazayı belayı eceli... Habil’i, Kabil’i...
Melek olduğuna güç inandığım Azrail’i...
Beddualarıyla dili... Başı, ayağı, eli...
Gölgemin gölgesi karahaberi...
Takdir, mukadderat, kaderi...
Bahçemi beğenmeyen çiçekleri de...
Soframı hor gören yemekleri de...
Gelmişleri de geçmişleri de”
Affedebilirim, affediyorum paşa!..
Ama seni... Seni ve yol arkadaşlarını asla affetmem, affetmiyorum, affetmeyeceğim,
Sana Paşa!..Sana ve yol arkadaşlarına ödediğim vergilerle geçen hakkımı da asla, kat’a ve zinhar helal etmem, etmiyorum ve etmeyeceğim!..
Cenab-ı Peygamber’in “ölülerinizi hayırla anınız” tavsiyesine rağmen; Seni ve yol arkadaşlarını rahmetle anmayacak, iyi bildiğimi söylemeyeceğim.

1 yorum:

  1. 29 yıl önceydi. Sen hatırlamazsın paşa. Ama ben de hatırlamam. 29 yıl önceydi. Henüz dünyaya gelip hayata "merhaba" diyeli 1 ay olmamıştı. Ben "merhaba" demiştim demesine de selamımı alan olmamıştı. Anne ve Babam sadece buruk bir "merhaba" ile ses vermişlerdi sesime, dünya ise seninle meşguldü.

    29 yıl önceydi. Sen hatırlamazsın paşa. Ama ben de hatırlamam. Babamın anlattıklarından bilirim sadece. Babasının sol yanına felç inen adamın anlattıklarından bilirim. Babam gibi adamların boğazlarında takılı kalan ve sadece gerçek "vicdan" sahiplerinin görebileceği bir lokma gibi duran kelimelerden bilirim.

    29 yıl önceydi. Sen hatırlamazsın paşa. Ama ben de hatırlamam. Babamın anlattıklarından bilirim. Babam gibi " ağzından çıkan sözleri kurşuna dizilmiş olmasına rağmen" "hayata söyleceyecek sözleri bitmemiş" adamların yazdıklarından çizdiklerinden anlattıklarından ve bazen de anlatmadıklarından bilirim. Babam gibi "adam gibi adamların" gözlerinden bilirim belki de.

    O adam benim babamdı paşa. Babasının sol yanına felç inen adam benim babamdı. Sol yanına felç inen adam da babamdı. Astığın adam, kestiğin adam, hapislerde işkence gören adam da babamdı. İçeri girişi olup dışarı çıkışı olmayan adam babamdı. O adam benim babamdı paşa. Ortada akan irin dolu nehrin hem sağına hem soluna dizilmiş O ADAM benim babamdı.

    Vicdanı yaralanan , onuru ezilen, ağzına mühür çekilen adamlar,kadınlar, annemdiler babamdılar.

    Anne ve Babama yaptıkların için ben seni affediyorum paşa. "Vicdan ilahi bir takip" ise gerçekten, sana Tanrı'dan "sana her gün hesap soracak bir Vicdan" vermesini dileyerek seni affediyorum. Umarım sen kendini hiç affetmezsin.

    YanıtlaSil