6 Kasım 2010 Cumartesi

ALLAH RIZASI İÇİN SİYASET(MİŞ)...


Allah Allah!.. Allah Allah!..
Allah Allah ki hem de ne Allah Allah!..
Efendi hazretleri siyaseti, “Allah rızası için” yapıyormuş.
O böyle dedi diye, biz de yutup yiyeceğiz bu dolmayı, öyle mi? Sevsinler!..
Efendi hazretlerinin efendisi efendiye göre; “Siyaset dosta tavsiye edilmeyecek kadar değersiz, düşmana bırakılmayacak kadar da önemli ve değerli bir meslek” bir işmiş.
Doğru söze ne diyebiliriz ki, el hak doğrudur demekten başka.
Kimilerinin Bediüzzaman Said Nursi ‘ye, kimilerinin Üstad’ın sadık şakirtlerinden Kırkıncı Hoca’ya,
Postmodern Alperenlerin Fetullah Hocaefendi’ye; tasavvuf ehli kimi dervişlerinse Abdülhakim Arvasi’ye mal ettikleri bu özlü söz siyasete ısındırmışmış efendi hazretlerini. Yoksa; yanından yamacından geçmek şöyle dursun, siyasetin “s”sini dahi ağzına almazmış.
Efendi hazretleri bu sözü duyduktan sonra; pantlonunu ve donunu çıkarıp Haşemasını geçirmeden bacaklarına, “ya Allah!.. Bismillah!.” nidalarıyla çivileme atlamış siyaset deryasına.
Ve tabi başlamış “Allah rızası için” siyaset çirkefinde kulaç atmaya.
Gençlik yıllarında, anarşinin sokaklarda kol gezdiği günlerde,1970’li senelerde yani, ilkokulu Ülkü Ocakları, orta ve liseyi MHP mektebinde okumuşmuş. Çalışkan, zeki ve atik bir gençmiş o yıllarda. Hem vatan-millet diyerek nutuklar atmış, hem kitap-dergi-gazete satarak ticareti öğrenmiş. Derken, İflas Marka Su Arıtma Cihazı pazarlamacılığından tekstil sektörünün devleri arasında yer almayı başarmış kısa sürede.
Aklınıza kötü bir şey gelmesin ve münafıklık etmeyin sakın.
Efendi hazretleri gayreti, çalışkanlığı, bileğinin hakkı, alnının teri ve gözünün nuruyla kazanmış tüm kazandıklarını.
Uzun lafın kısası: ticaret veya siyaset, her ne yapmışsa o delikanlılık yıllarında, hep “Allah rızası için” yapmışmış.
Ne güzel, ne hoş ve ne ala değil mi?
Allah her kuluna nasip etsin böyle güzel hizmetleri.
Daha da güzel olanı; 12 Eylül 1980 darbesini izleyen üç yılı bazan ikinci adres veya medrese-i yusufiye dediği cezaevlerinde kimi zaman ehl-i tarik sohbetlerinde ve tasavvuf musikisi meşklerinde:  "Sordum sarı çiçeğe / Siz de ölüm var mıdır? Çiçek eydür derviş baba / Ölümsüz yer var mıdır?" İlahisine vokal yaparak güven içinde geçirdikten sonra, 1983’te kendisi gibi dinini-diyanetini bilen bilmem ne paşa cemaatinden Ziraat Bankası Memurlarından Sıddık Efendi’den olma ve Muallime Hafize hanımdan doğma Elektrik Yüksek Mühendisi Turgut Özal’ın Anavatan’ına iltica etmiş.
Ha bu arada, fazla sık olmamakla birlikte, askeri rejimin o zor günlerini siperde tespih çekip nefislerini terbiye etmeyi tercih eden Akıncı Mücahit kardeşlerinin kapısını çalmış.
Oh ne hoş!.. Oh ne ala!..
80’li yılların sonlarına gelindiğinde; eski siyasilerin yasakları kalkınca, daha önce kapısının önünden dahi geçmediği Refah Partisi’nin eşiğinde, Muhterem ve Mücahit Erbakan’ın mübarek elini öpmek için günlerce gecelerce el pençe divan beklemiş; secdeye kapanmış. Ne yapsın Efendi Hazretleri, daha ne yapabilir ki Allah rızası için siyaset adına.
28 Şubat sırasında Sincan’da tanklara balans ayarı verildiğini görünce, anlamış Mücahid Erbakan’da Müteahhit Necmüddin kadar bile yürek olmadığını. Hoca efendinin emekli maaşı ile biriktirdiği yüz küsur kilogram altının geç de olsa farkına varmış.
Geç de olsa maymunun, pardon Efendi Hazretlerinin, gözleri açılmış ve...
Ve nihayet bu karanlık günlerin sabahlarından bir sabah, 21. Yüzyılın ilk ışıklarıyla nurlanarak hideyeti ermiş Efendi Hazretleri.
Birkaç gün önce “muhtar bile seçtirmezler” diye hafife aldığı, Milli Görüş davasına ihanetle suçladığı İstanbul Büyükşehir Belediye eski Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında ve eski mücahitlerle omuz omuza safa durmuş. Tabi yine her zaman olduğu gibi,sadece ve sadece “Allah’ın rızasını kazanmak için siyaset yapmak” niyetiyle.
Efendi hazretleri hala aynı abdest ve aynı niyetle aynı saftaki yerini korumaya çalışıyor..
Üç yılın sonunda mücahitlikten emekliye ayrıldı, yaş haddinden.
Ama aç ve açıkta bırakılmadı.
Parti Genel Merkezi ve yeni efendisi Recep Tayyip Erdoğan hazretleri “Müteahhitlik yaparak da Allah’ın rızasının kazanılacağına” ikna etti efendi hazretlerini.
Yakında “müsaitlik” payesi verilerek Ankara’ya çağrılacağı söyleniyor.
Hadi bakalım, kolay gelsin...
Şimdi...
Kolay gelsin gelmesine de, kim bu efendi hazretleri diye mırıldandığınızı duyar gibiyim.
Yanılıyor muyum yoksa?
Merakınızı gidereyim hemen.
Efendi hazretlerinin belirli bir adı, soyadı yok.
Adı zamana, mekana, mevkie göre değişebiliyor.
Bunun içindir ki Efendi hazretlerini tanıyanlar, Aziz Nesin yıllar önce “siyaseti vatan, millet ve halk için yaptığını” söyleyen üçkağıtçılara taktığı adla anıyorlar.
Adları, makamları, mevkileri ve servetleri ne olursa olsun, farketmiyor hiç.
Böylelerine Zübük diyorlar bizim memlekette. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder